Home Blog Yeni Tahliye Olan Grup Yorum Gitaristi Rezzan Şengül Kuyu Tiplerini Anlatıyor

Yeni Tahliye Olan Grup Yorum Gitaristi Rezzan Şengül Kuyu Tiplerini Anlatıyor

0

“Demir kapılar birbirine çarpıyor, ayak sesleri duyuluyor, ışık açılıyor, kapanıyor ve ayak sesleri devam ediyor. Bu günün her saati tekrarlanıyor…”

Gardiyanların mahpusları saat başı yaşayıp yaşamadıklarını kontrol ettikleri yerler kuyu tipi cezaevleri. Çünkü gerek fiziki yapısı gerekse de sosyal planlamasıyla, herhangi bir insanın yaşamını sürdürebilmesi neredeyse imkânsız.

Grup Yorum gitaristi Rezzan Şengül, en çok şikâyetin geldiği kuyu tipi Kırşehir S Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan tahliye olan son isim. Mahpusların içeride geçirdiği bir günün bile nasıl bir psikolojik işkenceye dönüştüğünü şöyle anlatıyor:

“Kontrol dedikleri bir uygulama var. Günün her saat başı tekrarlanıyor. Karanlık olduğu için hücrenin ışığını yakıyor. Gardiyanlar mahpusun nefes almaya devam ettiğini görene kadar, yaşadığına ikna olana kadar bakıyor. Uyuyorsa kişinin uyanıp dönmesi gerekiyor. Ancak yaşamsal bir fonksiyona dair bir belirti, bir kıpırtı, nefes alma görürse ışığı kapatsın, devam etsin yoluna. Aksi takdirde kapıya vuruyor. Sizi uyandırıp hareket etmeye zorluyor. Bu gün aydınlanana kadar sürüyor. Bu bile insanın kendi başına bu hücrelerde yaşayamayacağının, kendine zarar verme ihtimalinin son derece yüksek olduğunun göstergesi.”

“Sağa sola dönmek mümkün değil”

Kuyu tipleri üç katlı bir yapı üzerinde altı tekli hücreden oluşuyor. Toplam 18 mahpusun ortak kullanabileceği bir havalandırması bulunmuyor. Gardiyan eşliğinde, günde birer saat, tek başlarına, beş adımlık hücrelerinin iki katı kadar olan ‘avlu’ya çıkabiliyorlar. Şengül, geri kalan 23 saati şöyle anlatıyor:

“Hücreler dikdörtgene yakın bir kare şeklinde. Bunun içerisinde ranza tipi tek yatak, bir tuvalet ve banyo, masa, sandalye, buzdolabı, alüminyum tezgâh ve demir dolap yerleştirdiğiniz zaman yürüyebileceğiniz hemen hemen bir omuz genişliğinde bir alan kalıyor. 23 saat boyunca beş adım ileri geri gitmekten başka hareket etme alanı yok. Sağa sola dönmek mümkün değil. En sağ köşede yere düşen bir kalemin sesini en sol köşedeki bir hücre bile çok şiddetli bir şekilde duyabiliyor. Tam da bundan dolayı herhangi bir hücre içerisinde volta atmak, ayak seslerinin bütün alt katlarda, sağ ve sol hücrelerde yankılanması anlamına geliyor. Bu sürekli ritmik topuk sesi bir yerden sonra o mahpusun kafayı yemesine sebebiyet verebiliyor. Kişi kendi hücresinde de yürüyemiyor.

“Sular çamur akıyor”

“Mesela duş mu alacaksın, mümkün değil. Çünkü sular sürekli çamur halinde akıyor. Bu sadece Kırşehir’in sorunu değil. Bütün kuyu tipi hapishanelerin ortak sorunu. Sular sürekli olarak kirli, çamurlu, paslı bir şekilde akıyor ve siz içme suyu olarak kullanamıyorsunuz. Herhangi bir temizlik ihtiyacı için kullanamıyorsunuz. Doğrudan doğruya kirin, mikrobun, virüslerin içerisinde hastalıklara tam anlamıyla zemin hazırlayan bir durum içerisinde kalıyorsunuz.”

“Güneşsiz, havasız ve susuz”

Mahpuslar, insan yaşamı için hayati olan güneş, hava ve suya sağlıklı erişemiyor. Bu da çeşitli hastalıkları beraberinde getiriyor. Hücrenin en altındaki mahpus güneşi hiç göremiyorken, en üstündeki yakıcı bozkır sıcağına doğrudan maruz kalıyor. Şengül, bunu “kuyu tipi cehennem” olarak nitelendiriyor:

“Güneş ve hava yoksunluğu sürekli bir baş ağrısı, kulak çınlaması gibi rahatsızlıklara neden oluyor. Hücreden dışarı çıkamadığınız için otururken kalkarken sürekli kas ve iskelet ağrıları ile karşı karşıyasınız. İstanbul’un en dar sokaklarını düşünün, sağlı sollu apartmanlardan kaynaklı hiç güneş görmez tam da böyle bir yapı. İkinci kata günde 1-2 saat yine güneş giriyor. En üst kat ise yazın bozkır iklim koşulları nedeniyle tam anlamıyla cehennemi yaşatacak bir sıcak yaşanıyor. En altta güneşin yokluğu, en üstte ise güneşin yoğunluğu mahpusların yaşantısını cehenneme çeviriyor.

“Nefes almak mümkün değil”

“Sürekli aynı havayı soluyorsunuz. En büyük dezavantajlardan birisi de en insani ihtiyaçlardan biri olan çamaşır yıkama meselesi. Kurutabileceğiniz tek yer o bulunduğunuz beş adımlı hücrenin içerisi. Nem ve rutubet akciğer hastalıklarına, kansere, vereme olası pek çok hastalığa zemin yaratıyor. Nem solumamak için temizlik dahi yapamıyorsunuz. Hiçbir şekilde nefes almak mümkün değil.”

“Gökyüzü, bulut, kuş göremezsiniz”

Her cezaevinde olan parmaklıklar kuyu tiplerinde sac örgülerle desteklenmiş. Hücreye giren tek ışık ve hava kaynağı telle kaplı bu pencereden mahpus parmağını bile dışarıya çıkaramıyor. Yüksek güvenlik duvarlarının ise üzeri tel örgülerle çevrili. Üç katın da gökyüzüne görebilmesi neredeyse imkânsız:

“Üst kattaki dışarıya bakacak olsa uçan bir kuşa göremez, çünkü çift odaklama nedeniyle derinlik algısı kayboluyor. Bu da doğrudan doğruya gözleri ve başı yoran bir durum. İnsanın elinden havaya, kuşlara, bulutlara bakma olanağı dahi elinden alınıyor. En alt ve orta katta herhangi bir hava akışı da mümkün değil. Elektronik kapılardan kaynaklı pencere dışında hava akışının sağlanabileceği hücrenin herhangi bir delik yok. Tek hava girişinin olduğu yer pencere. Bu pencereler de 10 santim demir parmaklıklar ve sac örgülerle kapalı. Serçe parmağının dahi içinden geçemeyeceği şekilde kapalı.”

“Elektronik işkence”

Mahpusların ‘kuyu’ benzetmesinin nedeni sadece bu fiziki koşullar değil, sosyal olarak da tecrit altındalar. Kurulan elektronik sistemli kapılar nedeniyle, bir sorun yaşadıklarında doğrudan gardiyana ulaşmaları da mümkün değil. Şengül, Adalet Bakanlığının ‘cezaevlerine teknolojiyi getirdik’ diye duyurduğu elektronik sistemin nasıl ‘elektronik işkenceye’ dönüştüğünü şöyle anlatıyor:

“183 gün süren açlık grevi zamanında rahatsızlandım ve üç kez butona bastım. Fakat çalışmadı. Çünkü elektromanyetik sistemler arıza yapmış. Sayım için bile benim hücreme girip kapıyı açamadılar. Olası bir durumda herhangi bir mahkûmun kalp krizi, düşme, çarpma gibi dramatik olaylar karşısında acil müdahale imkânını tümden ortadan kaldıran bir sistem. Yani sadece bir mahkûmun doğrudan doğruya gardiyanla iletişimini kesmekle kalmıyor, olası bir sağlık sorunu karşısında ölüme neden olabilecek bir zemin yaratıyor. Bas konuş butonuyla yüzünü dahi görmediğiniz bir gardiyanla iletişim kuruyorsunuz ve hiçbir sorununuz da çözülmüyor. Şehirlerin çok ücra yerlerine kurulmuş bu hapishanelerde ölseniz, yakınlarınız belki bundan haftalar sonra haberdar olabilir. Ulaşım, herhangi bir iletişim kurmak, derdinizi anlatmak çok zor.

“Amaç tecritin koyulaştırılması”

“Ben müzisyenim, hakkımda ‘sakıncalı’ olarak değerlendirilebilecek herhangi bir karar yok. Beni de hiçbir zaman yan hücrede bulunan arkadaşımla birlikte çıkarmadılar. Normalde mahpusların sohbet hakkı var. Aynı dava dosyasından kendi istediği isimlerle sohbet edebilmesi Adalet Bakanlığı tarafından yasal güvence altına alınmış bir hak. Kişi kendi istediği 10 kişiyle haftada 10 saat görüşebilir. Herhangi bir etkinlik, spor gibi aktivitelere katılma hakkınız da elinizden alınıyor. Mahpusun görebileceği tek yüz gardiyan yüzüydü elektronik sistemle artık bu da mümkün değil. Bunun da tek bir amacı var tecritin koyulaştırılması. İnsana, insan yüzünü yasaklayan bir sistem inşa edilmiş oluyor. İnsanları büsbütün yalnızlaştırılarak kendini güçsüz hissetmesini, kimliksizleştirilmesini, teslim alınmasını amaçlayan bir sistem olarak karşımızda duruyor. Hiçbir insani yani olmadığı gibi bir işkencedir ve insanlık suçudur.”

Bianet / Ayşegül Başar

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Exit mobile version